Eh Medya Neden Yoktun?

Medya İlişkileri ve İletişimin Yönetimi:

Cnn Türk’te penguenler! Ntv’de ???, Haber Türk’te ???…(*)

Gaz bulutları, Taksim semalarında ayyuka çıkmışken, Tomalar vatandaşlarımızı bıcı bıcı ettirirken… Ana akım medyanın haber kanalları yemek ve kültür programları, belgeseller gösteriyordu. İyi ama aynı medya unsurları sırf haber değeri var diye bizden kilometrelerce uzaklarda yer alan halk hareketlerini, kimi zaman, canlı yayınlarla aktarmamış mıydı? O haberler anında servis edilebiliyorken, dibimizdeki gelişmeler nasıl olurdu da haber yapılmazdı?

Biliyorsunuz Gezi Parkı ekseninde başlayan hadiselerde, bir iletişim ve söylem krizi vuku bulmuş… İnsanlar kendilerini çaresiz ve dışlanmış hissedip olanları eleştirmek üzere meydanlara inmişti. Çeşitli STK’lar yürümüş, meslek örgütleri iş bırakma eylemine gitmişti. Hatta, ben zamansızlıktan katılamadım ama, mensubu olduğum bir çevirmenlik meslek birliği’de diğer tercümanlık organizasyonları ile birlikte “basında sansür ve oto-sansüre karşı” 7 Haziran’da İstiklal’de bir yürüyüş geçekleştirmek istediğini üyelerine bildirdi. Demek istediğim, herkes bu olayların bir ucundan tutarak tepkisini demokratik yollarla dile getirmek arayışındaydı.

İnsanlar özellikle de, olayların ilk günlerinde medyanın takındığı tavır sebebi ile görsel medyaya karşı öfkeli idi. Olaylar ya hiç verilmiyor, ya da sıradan bir habermiş gibi servis ediliyordu.

Neticede, olmaz denen olmuş, vatandaş sosyal medya üzerinden kendi medyasını yaratmıştı. Peki bu neyin göstergesi idi?

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinden Sn. Prof. Dr. Ayla Okay’ın sözlerine kulak verelim,

Aynen aktarıyorum:

… bir kurum, organizasyon, kendisi iletişim kanalı haline gelirse… Bir aracıya yani medyaya ihtiyaç duymaz, kendisi medya haline gelir. Bu olaylar içerisinde olanlar, bir aracıya ihtiyaç duymadan, kendi iletişimlerini, kendi araçlarıyla gerçekleştirdiler.

Ayla hocam, zaten olayı  bir kaç satırla açıklamış ama biraz açalım,

Neydi bu yeni iletişim araçları? Twitter, Facebook vb… Gezi parkı olaylarında başımıza gelen neydi? Anlamsız bir oto-sansür… Bir nevi devekuşu misali başını toprağa gömme hadisesi… Peki işe yaradı mı?

Yaygın olarak bilinen bir gerçek vardır, halk arasında duymuşsunuzdur. “Hayat boşluk kabul etmez” derler… Ticarette daha sık çıkar karşımıza… Mesela, rakibiniz kapatır giderse, bıraktığı alanı siz devralırsınız, yani oluşan o açığı siz kapatırsınız…  Siyaset arenasındaki bir kurum kendini lağverderse de, açıkta kalan o seçmeni kendine çekecek başka bir parti çıkar, yani boşluk kapatılır! Gezi Parkı eylemlerinde de böyle oldu, medyanın bıraktığı haber açığını sosyal medya kapadı… Hem de ne kapamak! Öyle ki, eylemler dinmeyince NTV kendi binasının önüne gelen eylemcilerden ve o esnada onu izleyen herkesten canlı yayın marifetiyle özür diledi. Aynı grubun başındaki isim ise protestoları sonlandırmak için “ben de çapulcuyum” dedi… Ee kolay değil tabii… Denilene göre 50 milyona yakın bir mevduat kaçışı olmuştu bankalarından…

Eskiden böyle değildi… Gazetecilik ile iştigal eden müteşebbisler kendi başlarına çıkarıyordu gazetelerini… Ancak 90’larla birlikte kimi holdingler ve sermaye grupları basını kendi tekeline almaya başladı. Gün geçtikçe bir kaç holding grubu arasında temerküz eden bu kümülatif yapılanma endişe verici boyutlara ulaştığında bazı holdinglerin birden çok TV kanalı, gazetesi ve hatta radyosu vardı artık!

Bildiğiniz üzere, büyük holding gruplarının içinde bulundukları şartlar gereği bir çok ticari çıkar grubu ile ilişkisi bulunmakta… Muhakkak ki, hangi dönem olursa olsun iktidara muktedir güçlerle de belirli bir çizgide geçinmek mecburiyetinde bu büyük gruplar… Sadece bizim medyamıza özgü değil dünya genelinde yaşanılan sıkıntılardan biridir aslında bu… Öyle olmasaydı herhalde “Basın Konseylerinden” “Şeref Divanlarına” Basın ile alakalı çeşitli cemiyetlere kadar. Basın etiğinin önemine dikkat çeken kurum ve kuruluşlara hiç ihtiyaç duyulmazdı.

Aslında, özü itibariyle; zaten gazetecilik etik kodları taşımayan sermaye gruplarının dünyanın hemen her köşesinde haber değeri olarak görülebilecek bir hadiseyi, haber olarak değerlendirmemeleri yada kendi tabirleriyle ayarın dozunu kaçırmış olmaları, tam da bu sebeptendi. Ticari kaygılardan!

İroni şurdadır ki; üç maymunu oynamayı seçen yayın kuruluşlarına ana muhalafet partisinin lideri ile diğer parti liderlerinden ve çeşitli STK’lardan ardı ardına kınama gelmeye devam ederken, iktidar kanadından da çok sert eleştiriler gelmeye başlamıştı. Muhtemelen ne binalarının önüne gelen eylemcileri ne de iktidar kanadından gelebilecek bu tepkileri hiç hesaba katmamışlardı. Örneğin, Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK üyesi ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim görevlisi Mazhar Bağlı, Gezi Parkı eylemleri sırasında yayınlanan bazı belgesel ve programların ‘sivil darbe girişimine ortak olduğunu’ savundu. Başka bir deyişle, bu sava göre, halkı kışkırtmak gayesi ile Penguenlerin simge haline gelmesinde aracılık yapmışlardı :) Yine, Doğuş Medya Grubuna ait Garanti Bankası’nın CEO’su başbakanımız tarafından çok ağır bir üslup ile tenkit edilmişti. Tam bir aşağı tükürsem bıyık, yukarı tükürsem sakal hadisesi!

***

Derneğimin 7 Haziran’daki yürüyüşüne katılamadım ama akabindeki iki gün İstanbul’da Finallerim olduğu için, ben de bir fırsat yaratıp gözlemci olarak bulunmak istedim Gezi Parkında… 9 Haziran’da bir arkadaşımla ziyaret ettiğimiz Taksim Meydanında adım atacak yer dahi yoktu! Gezi Parkı eylemcileri çadırlarında dinleniyordu ama meydan ayaktaydı, her köşeden bir kakofoni yükseliyordu.

Renkli görüntüler vardı elbet… Fakat vandalizme şapka çıkartacak(!) durumlar da yok değildi. Yan yatırılıp yakılmış halk otobüsleri, camı kırılmış reklam panoları, yerden sökülmüş kilit taşları demokratik eylem ruhuna yakışmıyordu. Üstelik sadece demokratik bir bilinçle oraya gelmiş insanları da zan altında bırakıyordu.

Oysa ki, Medya sağduyulu davranıp, sadece “yorumsuz” olarak, dışarıda olup bitenleri gösterse idi, belki de halk kendisini bu kadar dışlanmış ve çaresiz hissetmeyecekti. Çıkmayacaktı sokaklara ve bazı provakatörlere de fırsat verilmemiş olacaktı…

Kuşkusuz, teknolojik imkanların bu kadar gelişmiş olduğu bu devirde, haberin sadece kendi tekellerinde olduğu inanışına kapılanlar kendi kendilerini karartarak(!) büyük hata etmişti. Medya, haberleri vermekten imtina edince, her türlü doğru ya da yanlış bilgi, editör süzgecine dahil olmadan aktı ve indi meydanlara…

Medyamız, ne yazık ki bu sınavı başarıyla veremedi…

Bu yaşananlardan çıkarmamız gereken dersleri yine Ayla Hocamız’dan bir alıntı yaparak toparlayacak olursak;

1-) İki yönlü iletişim, her iki tarafta isterse gerçekleşir. Taraflardan birisi iletişime kapalıysa bu mümkün değildir.

2-) Medya İlişkilerinde haber değerinden ziyade çıkarlar ön plandadır.

3-)Medyaya ihtiyaç giderek azalıyor. Kişiler, Kuruluşlar, Organizasyonların kendisi bilgi kaynağı haline geliyor ve bu iyi bir şey! Artık gazetecilere bağımlı olmadan işleri yürütmek mümkün

4-)İletişim işini gerçekten iyi bilenlerin bu işi yönetmeleri gerekirdi, yoksa kriz patlar ve pirincin taşı ayıklanamaz hale gelirdi. Kriz patladı yanardağ oldu taştı.

 

-          E yani?

-          Mesaj Alındı.

 

Emrah BAYILDIRAN

İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım 4.Sınıf Öğr.

(*) - Gezi olaylarının ilk gününde CnnTÜRK penguen belgeseli yayınlamıştı. Ancak, NTV ve Habertürk hangi programları yayınlamıştı bilmiyorum. O yüzden “???” olarak belirtilmiştir.

Kaynak:

-  Prof. Dr. Ayla Okay’ın Medya’da Yaşananlara dair Yorumu

-  Gezi Parkı olaylarına dair basında yer alan haberler

- Akşam Gazetesi’nin AKP MKYK üyesi Mazhar Bağlı ile ilgili haberi

- Çevirmenlik Meslek Birliklerinin Taksim’de Sansür ve Otasansüre karşı Yürüyüşü

Bir Cevap Yazın

Follow @emrahbayildiran